Her teknenin bir hikâyesi vardır 1

Denizler üzerinde süzülmek, dalgalarla yarışıp rüzgârı yakalamak. Bilinmeze demir alıp uzaklara yelken açmak insanoğlunun en bilindik en yaygın hayallerinden biri değil midir? 

Bir teknenin, hele de yelkenli bir teknenin diğer taşıtlardan farklı olarak asıl amacının bir yerden bir yere gitmek değil de sadece gitmek olduğunu kim inkâr edebilir. Birçok romanda, filmde, son sahnede asıl kahramanların bir tekneyle yelken açıp uzaklara gidişini seyrederiz. Hiçbirimiz nereye gidildiğiyle ilgilenmez. Kahramanlar artık mutludur ve rüzgârı yakalayıp gidiyorlardır. Mutluluğun sembolüdür bu sahne.

Her yelkenlinin bir karakteri, bir ruhu vardır. Ama benim en çok ilgimi çeken hikâyeleridir. Onları arzulamış, istemiş sahipleriyle özdeşleşmiş, başlamış hikâyeleri… Belki birlikte geçirilmiş yıllar belki bir heves sonrası marinada unutulmuş yalnız yelkenliler.

Sonra ayrılık hikâyeleri.. İlk sahibinin daha genç veya daha büyük bir tekneye yelken açmasıyla artık istenmeyen, gözden düşen tekneler. Ama kim bilir, belki de yeni sahip o unutulmuş, yaşlanmış, ihmal edilip gözden düşmüş bu güzele başka bir dokunuş ve ihtimamla yeni bir ruh yeni bir görünüş, yeni bir hayat verecektir. 

İşte bu yüzden diğer taşıtlardan farklıdır tekneler ve her teknenin bir hikâyesi vardır.

Benim ilk teknem 9 metrelik ahşap bir motoryattı. 30’lu yaşlarımda, artık ay sonlarında bile banka hesabımda bir miktar para kalmaya başladığı yıllar. Çocukluğunu Süreyya Plajında 4-5 metrelik bir kayıkta istavrit lüfer peşinde geçirmiş, mahalle arkadaşlarıyla tenekede midye haşlamış bir deniz aşığı olarak gözüm hep teknelerdeydi. Hele hele Kalamış’ta Fenerbahçe’de bağlanmış, sahiplerini bekleyen, denize çıkamayan, tuz ve toza bulanmış o güzelim tekneleri görünce bir gün benimde olacak derdim. Benim de olacak ve ben onu bağlayıp denizlerden ayırmayacağım. Birlikte rüzgârları yakalamaya denize açılacağız.

O “bir gün” ü beklemem çok uzun sürmedi. Hayat tesadüflerden ibarettir derler ya; Bir tesadüfler zinciri beni ilk tekneme götürdü.  Bir arkadaş toplantısında tanıştığım ve her nasılsa deniz ve tekne merakımdan bahsettiğim bankacı bir hanım, ortak teknelerini satmak isteyen iki arkadaşı olduğunu ve istersem teknelerini görebileceğini söyledi.

Bu düşündüğümden çok hızlı olmuştu. Henüz tam olarak ne istediğimi, ne kadar bütçe ayırabileceğimi ve işletme maliyetlerinin ne olacağını hiç düşünmemiştim. Benimki ileride gerçekleştirilecek bir hayaldi sadece. Ama bir görmekten zarar gelmezdi. En fazla bilgi sahibi olmuş olacaktım.

İzleyen hafta sonu Fenerbahçe Marina’da buldum kendimi. Tekneyi görmeye gelmeden, istenen rakamı öğrenmiş ve bütçeme uygun olmasından dolayı bu ziyaretin bilgi edinmekten daha fazlası olabileceğine inanmaya başlamıştım. Pontonlar arasında ilerlerken ilk aşkıyla ilk randevusuna giden bir yeni yetme gibi heyecanlıydım.

Tekne sahipleri beni 9 metrelik Tuzla yapımı ahşap motoryatın havuzluğunda karşılayıp buyur ettiler. Bir iki hoşbeşten sonra konuya girdik. Teknenin Volvo Penta 28bg motoru, bir kamarası, mutfağı ve tuvaleti vardı. Ev tipi bir küçük dolap dışında herhangi bir lüksü ya da donanımı da yoktu. Zaten neler olabileceği konusunda benim de pek fikrim yoktu.  İki arkadaş tekneyi almışlar bir süre sonra sırayla evlenip hanımların ilgisi olmadığından tekneye gelmez ya da gelemez olmuşlar. Bu sebeple de satmaya karar vermişlerdi. Her şey makul görünüyordu. Aklımda kalan soru ise işletme maliyetleriydi.  Düşünmek üzere müsaade isteyip ayrıldım. Bir yanım tekneyi çoktan satın almış diğer yanımsa halen muhalefet etmekteydi.

Ertesi gün Pazardı ve dayanamayıp tekrar tekneyi görmeye gittim. Amacım tekne sahipleri yokken orada biraz daha vakit geçirip bir karar vermekti. Tekneye geldiğimde düşündüğüm gibi içinde kimse yoktu ama komşu teknede bir çift 7 metrelik fiber yelkenlinin oldukça küçük havuzluğunda güneşlenirken bir şeyler içmekteydiler. Selam verip kendimi tanıttım ve neden orda olduğumu kısacık açıkladım. Sonradan ünlü bir jinekolog olduğunu öğrendiğim Can Bey, son derece nazik ve ilgili şekilde beni dinledikten sonra, tekne komşularını pek tanımadığını, sadece birkaç kez karşılaşıp selamlaştıklarını söyledi. Fırsat bu fırsat biraz daha bilgi almak için sorular sormaya başladım. Bir teknenin işletme masrafları nedir? Çok yüksek midir? Satmak istediğimde çok kaybım olur mu?

Can Bey’den hayatımın ilk tekne sahibi olma dersini oracıkta aldım.

  • Sen şimdi bekârsın değil mi?
    • Evet
  • E kız arkadaşın vardır
    • Var
  • Şimdi hafta sonları buluşuyorsunuz değil mi?
    • Elbette
  • Sonra yemeğe gidiyorsunuz, oradan belki sinema, ertesi gün başka bir aksiyon,  gece kulübü, bar vs. Belki hafta sonu şehir dışına bir seyahat. Otel restoran. Yazın plaj, havuz..
    • E doğru.
  • Şimdi bunlara harcadığın parayı hesapla. Bak bakalım ne bulacaksın. Ben Cuma akşamları eşimle kavun peynir rakımı alır gelirim. Çilingirimi şu gördüğün havuzlukta kurarım. Arada bir de oltama balık geldi mi değme keyfime. Ne kalabalık, ne trafik derdi ne de alkollü araba kullanamama problemim yok. En güzel manzara, hava bende. Şimdi bak bakalım tekne sahibi olmak masraflı mı değil mi ona göre karar ver…

Can Bey’in beni ikna etmesi sadece dakikalar sürmüştü. O an kararımı vermiştim. Telefon açıp teklifimi yaptım. Pazarlık çok uzun sürmedi teklif ettiğim rakama tamam denilince işte bir anda tekne sahibi olmuştum. Telefonu kapatmadan önce izin alıp havuzluğa girdim ve ayaklarımı uzatıp ağzımı kulaklarımdan toplamaya çalıştım. İlk kez tekne sahibi olmanın mutluluğu çok başkaydı. Ama bu mutluluğun o kadar da sıkıntısız olmayacağını anlamam çok uzun sürmedi.

Bir sonraki yazımda teknemizin ne kadar ihmal edildiği ve bana nasıl denizciliği öğretmeye başladığını yazacağım.

Hoşçakalın, Rüzgârı Yakalayın

Bahadır Kantar

 

 

 

 

 

 

 

 

  

 

 

 

yazının görselleri